Evet minibüs..
Hepiniz binmişsinizdir en az bir kere.
Bileğinde tesbih, yola tüküren bir şoför,
Aynı anda, aynı yerlere doğru savrulan ayak üstü yolcular,
Onlara göre iç güveyinden hallice oturanlar ile,
Boğuk ve yüksek desibelli bir motor sesine rağmen gitmeyen bir toplu taşıma aracı..
Tabi unutmamak lazım bu sesle düet yapan Ferdi Tayfur'u ve Orhan Gencebay'ı ...
Hep böyle yerlerde aklım karışır zaten benim.
Tüm acı tecrübelere rağmen,
Üzerimde, yeni tanıştığım biriyle ilk görüşme heyecanı..
Düşündüm de; ne kadar olmuştu birinin mimiklerine o konuşurken farkında olmadan dalmayalı,
Saçlarının kokusunu getirmiyor diye, esmeyen rüzgarla bile papaz olalı,
Sevmeden sevişmemek duvarına yalnızlığın tablosunu asalı,
Kim bilir ne kadar olmuştu.
Diye düşünürken yanıma bir kız oturdu.
Belli ki yeni ağlamıştı.
Ama tüm çabasına rağmen, gözlerini kızartmadan silmeyi başaramamıştı.
Ben yeni bir umuda giderken,
O büyük ihtimalle gönlündeki tek gülü henüz soldurmuştu.
Allahsız(!) dedim.
Hem kızı ağlattın, hem de benim henüz yürümeye çalışan umuduma çelme taktın.
Derken, şoförün apaçi melodili telefon zili çaldı,
Ve benim bütün hissiyatım, şakaklarımdan aşağı hızlıca aktı.
Zaten hep böyle olmuştu:
Ne zaman derinlere dalsam,
Biri saçmasapan bir şekilde tutup yüreğimden, yüzeye çıkarmıştı.
Sadede gelecek olursak, o gün de olmadı.
Ne aradığını iyi bilen şu sol taraftaki arkadaş,
Aradığını yine bulamadı.
Hayır, tabii ki ağlamadım.
Sadece bir an içimden, o ağlayan ablayı bulup sıkıca bir sarılmak geldi.
Ve eklemek;
Uğrunda ağlanacak birinin olmasının bile ne kadar güzel bir şey olduğunu.
Kazan ve kepçe sözüne hiç girmeden,
Gittim oturdum bir yere.
Çayımı yudumlarken, olan biteni düşünüp erittim içimde,
Birkaç gün sonra yazıya dökülmek üzere...